Basın tarihimizde ilk tekzip polemiği ve bir "Hayalet Yazar"

Tarih 26 Ağustos 1864... Tasvir-i Efkâr'ın İzmir muhabirinin gönderdiği bir haber, İstanbul basınında yeni bir kalem kavgasının başlamasına sebep olacaktır. Hatta başka bir mesele yüzünden sonradan Fransız gazetesi Courrier d’Orient'nın (Korye Doryan) dâhil olduğu bu kavga, İstanbul basınını neredeyse üç ay boyunca meşgul edecektir.

Haber, İzmir havalisinin mahsûlünden alınacak vergi gelirlerini toplayan Rum mültezim Sarraf Manok Efendi ile ilgilidir. İzmir Muhabiri haberinde, Manok Efendi'nin vergi gelirini orantısız ve keyfî olarak belirleyerek, halkı zarara uğrattığına dair şikâyetleri kaleme almıştır. Hatta vergi gelirlerinden temin ettiği kendi hakkını, usülsüz olarak bir başka bir mültezime devrettiğini yazmıştır.

Rum Mültezim ise hakkındaki iddia ve şikâyetlerle ilgili bir tekzip metni hazırlamış; fakat bu açıklamayı, haberin çıktığı Tasvir-i Efkâr yerine, bir başka gazeteye göndermiştir. Mültezim'in, kendisine muhatap olarak aldığı o gazete ise İngiliz Churchill'in sahibi olduğu Türkçe yayınlanan Ruznâme-i Ceride-Havadis'tir. Yaptığı gayrımeşru işlerin ortaya çıkması Manok Efendi'nin itibarını sarsmış olacak ki, kendisi gibi gayrımüslim olan bir gazetenin patronundan medet ummuştur. Bunlar, henüz emekleme aşamasında olan 

Osmanlı-Türk basınının, o devirde yaşadığı enteresan hadiselerden biridir.

Bu arada, "Ruznâme Gazetesi nereden çıktı?" diye sorulabilir. Konudan sapmadan bu konuya kısaca açıklık getirelim... Ceride-i Havadis'in patronu, Tercüman-ı Ahvâl ve Tasvir-i Efkâr'la rekabet etmek için basın tarihinde ilk kez "Ruzname" (Günlük) adında bir ilave çıkarmış; daha sonra da gazetenin adını Ruzname-i Ceride-i Havadis olarak değiştirmişti. Ancak halk, bu yeni ismi kısaca "Ruznâme" olarak kabul etmişti.

Şimdi dönelim tekrar Rum mültezim Manok Efendi meselesine... Şinâsi, ertesi günkü yazısında, Manok Efendi'nin açıklamasını yayınlayan gazeteyi eleştirmiş; yapılanın nezâkete ve meslek ahlâkına uygun olmadığını savunmuştur.

Rakip gazetenin ise bırakınız nezâketi, ilkeli olmak gibi bir kaygısı dahi yoktu. Şinâsi'nin çıkardığı iki özel gazete, Ruzname-i Ceride-i Havadis'in işlerini sekteye uğratmış; en fazla birkaç yüzlerde gezen tirajına da zarar vermişti. Ruzname'yi, yabancı sefaretlerdeki diplomatlar, Bâb-ı Âli'deki devlet memurları ve İstanbul'un "Çarpık Batılılaşma" ile öz değerlerini kaybetmiş "Alafranga Osmanlı Aydınları" okuyordu sadece... Bir de gazeteye abone yapılan gayrımüslim azınlık... Gazetenin okur kitlesi genel olarak bunlardan ibaretti.

Bu yüzden İngiliz Churchill, her fırsatta, yerli gazetelere bulaşmak ve onları karalamak için bahane arıyordu. Mesele, Churchill'in meslekî başarısızlığı ile bundan beslenen şahsî kıskançlığıydı.

O arada, iki gazeteyi karşı karşıya getiren yeni bir olay daha patlak verir. Beyoğlu'nda Fransızca olarak yayınlanan Courrier d’Orient gazetesinde, Kartal ve Maltepe'deki vapurların iyi idare edilmediğine dair bir şikâyet yazısı yayınlanmıştır. Vapurları işleten şirket idaresi, bu haberi tekzip etmek için şiddetli itirazlarla dolu bir metin hazırlar.

Peki, vapur idaresi, tekzip metnini hangi gazeteye göndermiştir dersiniz? Tabi ki haberin yayınlandığı Fransız gazetesine değil, Ruznâme'ye... Ruznâme de bu tekzip metnini olduğu gibi yayınlar.

Courrier d’Orient gazetesinin sahibi ve Başyazarı Giampietri (Jean Pietri), kendi haberlerinin Ruznâme'de tekzip edilmesinden çok rahatsız olur ve o gazeteye bir cevap yazmak ister. Ne var ki, kendi gazetesi Fransızca yayın yaptığı için Müslüman halkın bu cevabı okuyamayacağını düşünerek, Şinâsi'den yardım ister. Şinâsi, yakın dostu olan jean Pietri'yi kırmaz ve O'nun cevabını Tasvir-i Efkâr'da yayınlar. Ruznâme, bu cevaba üst perdeden tepki gösteren bir cevapla karşılık verir. Artık Ruznâme ile Tasvir-i Efkâr arasındaki kalem kavgasında ikinci raunt başlamıştır.

Tasvir-i Efkâr, Şinâsi'nin imzalı başyazılarıyla bu tartışmayı sürdürürken, Ruznâme ise bu tekzip polemiklerini imzasız yazılarla yürütmüştür. Bu yazıları yazan kişi, Churchill'in yakın dostu Erzurumlu Küçük Said Bey'di; lâkin kendisi, devlette memurluk ettiği için imzasını gizleyerek, Tasviri-Efkâr'la kaçak güreşiyordu.

Bâb-ı Âli Hükümeti, imzasız yazıların sahibinin, yani bu hayalet yazarın kim olduğunu gayet iyi biliyordu. Ancak görünen o ki, Şinâsi ile sürdürülen bu kavga, Bâb-ı Âli'nin yüksek mevkıî'nde oturan bazı devlet adamlarını rahatsız etmiyor, aksine memnun ediyordu... Anlayacağınız, Şinâsi ve O'nun eleştirel/muhalif gazeteciliği artık Bâb-ı Âli'nin hedef tahtasıydı...