Gazetemiz yazarı Gürsel Kaya, ROTA: Sanat Şehri Antalya Çalıştayı'nda sunum gerçekleştirdi
Antalya Kent Konseyi tarafından düzenlenen 21. Yüzyılda Antalya Çalıştayları, sanatın şehir kimliğindeki yerini tartıştı Rota: Sanat Şehri Antalya başlıklı oturum, sanatın Antalya’da nasıl konumlandırıldığını geçmişten bugüne değerlendirirken, geleceğe yönelik politika önerileri sundu.
Çalıştay programı, kent estetiği ve sanat eserlerinin korunmasından iklim değişikliğine uyumlu etkinlik planlamasına kadar geniş bir perspektifle sanatın kent yaşamındaki yeri üzerine derinlemesine tartışmaları içerdi.
Sanat ve Çevre Koordinasyonu oturumu ile çevresel estetik, görüntü kirliliği ve sanat restorasyonu konuları masaya yatırıldı. Uluslararası örneklerin ele alındığı bu oturumda, Antalya’nın sanat ve çevre uyumunun nasıl geliştirilebileceği de tartışıldı.
ROTA: Sanat Şehri Antalya Çalıştayı'nda Gazetemiz Yazarı Gürsel Kaya yapmış olduğu sunumda çevre, kültür ve sanat konularındaki görüşlerini paylaştı.
Gazeteci Gürsel Kaya’nın çalıştayda gerçekleştirdiği sunum ve ara başlıkları büyük ilgi ve dikkatle takip edildi.
İşte çalıştayda Kaya’nın sunumu:
SANAT KENTİ YOLUNDAKİ ANTALYA’DA SANAT, SANATÇI VE POLİTİKA SORUNSALI ÜZERİNE
Sosyal, kültürel ve eğitim sermayesi bir hayli yüksek olan ( 5 üniversite, 1705 okul, 612.242 öğrenciye sahip Antalya’da okuma yazma oranı yüzde 99 ) Antalya’nın sanatsal sermayesinin de çok yüksek olması beklenir kuşkusuz. Ne var ki gerçek durum, maalesef böyle görünmüyor. Pek çok kuvvetli yönlerine, elinde bulundurduğu önemli fırsatlara ve imkanlara rağmen, ülkenin ve Antalya’nın zayıf yönleri, sanata bu coğrafyada çok fazla hareket alanı tanımıyor maalesef. Tarihsel, kültürel ve doğal zenginlikleriyle göz kamaştıran, her yönüyle bu kadar mümbit bir coğrafyada dünyaca ünlü ne bir şâir, ne bir yazar, ne bir ressam, ne bir heykeltıraş, ne bir müzisyen yetiştirebilmişiz. Ne de bir sinema ve tiyatro sanatçısı. Neden büyük ve önemli eserler üretip dünya sanatıyla yarışma noktasında değiliz acaba? Sinemada, tiyatroda, resimde, heykelde, seramikte, müzikte, edebiyatta kısacası sanatın her dalında beslenebileceğimiz derin ve köklü bir kültür, çok eski kadim bir tarih ve coğrafyaya sahipken, neden başat bir çizgide değiliz? Bu konuda haksızlık mı ediyorum acaba? Sanırım konuya biraz sert girdik.
KENT ESTETİĞİ Mİ KENTSEL ESTETİK Mİ?
Estetik; sanatsal yaratıcılığın, sanatta ve yaşamda güzel ve güzellik denen kavramın bilimi, güzeli araştıran bilim dalı. İnsanda güzel duygusu uyandıran, güzellik duygusuna uygun olan, güzellik duygusuyla ilgili bir kavram. Aynı zamanda güzel olanın ve güzelliğin insan duygularındaki etkilerini konu alan bir felsefe dalı.. Erkek, kadın, çocuk, kentli, engelli, yabancı, yaşlı, genç, herkese açık bir kültür alanı olan kent estetiği ise, tepeden bakılan bir nesne değil, gündelik hayatın doğallığı içerisinde insanlığı geleceğe yönlendirecek ve moral duygularını güçlendirecek bir yaşam alanıdır. Peki ne işe yarar? Kent estetiği, ortak yaşam kültüründen yani kamusal alanların estetik yoldan üretilmesi, biçimlendirilmesi, dönüştürülmesi ve estetik değer olarak geleceğe taşınması ile başlar. Kentsel estetik ise, kullanıcıların kültür, ihtiyaç ve beklentilerine göre değişmekte, aynı zamanda güzelliğin insan duygularındaki yansımaları olarak da şekillenmektedir. Kentsel çevreler, yapılar ve bunların tanımladığı dış mekânlar olmak üzere pozitif ve negatif ögelerden oluşmaktadır. İster kent estetiği olsun, ister kentsel estetik olsun; sonuç itibariyle her iki kavramın da, sanatın ve sanatçının temel nüvesi olan estetikle sımsıkı bağı ve ilişkisi olduğu bir gerçek. Bu noktada öncelikle Antalya ölçeğinde kentleşme ve sonrasında kentlileşme sorunsalına bir bakalım. Yıllarca çabalayıp cazibe merkezi haline getirmeyi başardığımız bu kent, aynı zamanda tam bir göç odağı haline de geldi, getirildi. 1974 yılında Ali Kocatepe’nin besteleyip seslendirdiği ve pek çok dilde söylenen Antalya’ya Koş adlı şarkı, belki de bu sosyolojik göç olgusunun temellerinden birini oluşturdu diyebiliriz. Koş gel diye diye amiyâne tabirle ipini koparan Antalya’ya geldi; şehir, göçmen ve beton mezarlığına döndü. Gerek yurt içinden gerekse yurt dışından yoğun ve düzensiz bir göç akınına uğradı Antalya yıllarca. Bu göç günümüzde de hala sürmekte. Yoğun ve düzensiz göç, önce ranta dönük düzensiz imar uygulamaları, sonrasında da çarpık bir kent ve kentleşme sorununu ortaya çıkardı. Ve bu çarpık kentleşme, estetikten uzak bu kentte, başta trafik sorunu olmak üzere pek çok sorunun ortaya çıkmasına sebep oldu. Bitti mi peki bu çarpık kentleşme süreci? Elbette bitmedi. Halâ tüm hızıyla devam ediyor. Bitti dediğimiz yerde de ucube kentsel dönüşüm anlayışıyla yeniden hortluyor. Bu yoğun göç ve çarpık kentleşme sonucunda Antalya çok kültürlü bir kent haline dönüştü, dönüştürüldü. Bu nedenle Antalya bir kent kültürü, kent kimliği ve kentlilik bilincini yıllar içerisinde maalesef oluşturamadı. Bu kavramsallığı oluşturamadığı için de bir kentlikten söz etmek mümkün olmadı, olamadı. Bu noktada hemşehri derneklerinin –ki sayıları oldukça fazla- statükocu kültür korumacılığı, ortak bir kültür ve kimlikte buluşamama direnci de etkili oldu kuşkusuz. Kendimizi bu kente ait hissetmek yerine kentte bir misafir gibi yaşamayı sürdürüyoruz maalesef. Taşralılığımızı halâ dönüştürememiş olmanın, kent kültürü ve kent kimliğini özümseyip kentlileşemememizin sancıları yatar aslında sanatımızda. Köylü demeyelim ama, haksızlık olur; -çünkü köy ve köylü üretimin ve üretkenliğin sembolüdür- kasabalı olmanın, -ki kasaba tüketimin sembolüdür- bir kasaba kültürüyle sanata ve sanatçıya bakmanın neticesinde, sanatı ve sanatçıyı da o seviyeye düşürmeyi başarıyoruz maalesef. Estetikten yoksun bu kasaba kültürünün yarattığı kentlerde de estetiğin olmaması gayet doğal değil mi? Estetik yoksa sanattan söz edilebilir mi? Kent estetiğini ve estetik kentleri, estetik zevki gelişmiş, kentlilik bilincine tam anlamıyla erişmiş toplumlar meydana getirir. Konuşan, yaşayan ve yaşatan, eski ve yeniyle bütünleşen şehirleri, sanatçı ruhlu toplumlar yaratır. Bir başka deyişle, sanattan ve sanatçıdan yoksun bir kentte estetikten söz etmek mümkün müdür? Sizce Antalya bu konuda hangi noktadadır?
SANAT VE POLİTİKA YA DA SANAT POLİTİKASI
Büyük Atatürk dönemi ve Cumhuriyet’in ilk yıllarından sonra maalesef ülkemizde tutarlı bir sanat politikası ortaya konamamış. Hatta Büyük Atatürk’ün ortaya koyduğu sanat politikaları da zamanla maalesef yok edilmiş. “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir” sözüyle sanatın ve sanat politikalarının çizgisini belirleyen Büyük Atatürk, sanatı ve sanatçıyı apayrı bir yere koyarak, ona ayrı bir önem ve özellik atfetmiştir. Ne var ki takip eden yıllarda ve yüzyılda yeni ve çağdaş sanat politikaları yaratmamız gerekirken, özellikle son çeyrek yüzyılda sanatı ve sanatçıyı alabildiğine politize ederek, çoğu zaman siyasetin ve siyasetçinin gölgesine bırakmışız. Elbette sanatın ve sanatçının bir ideolojisi vardır; olmalı da. Sanatçının ideolojisi sanatına yansır. Bu ideoloji kimi zaman yerel, bölgesel, ülkesel; zaman zaman da, hatta çoğu zaman da diyebiliriz, evrensel motifler içerir. Sanatın bu özgün ve özgü özelliklerinden yararlanarak yerelden evrensele doğru bir açılım sergilemek yerine, kısır politik düşünce ve kaygılardan dolayı sanatı ve sanatçıyı dar alanlara hapsetmişiz. Sanatın olmazsa olmazı; onu her anlamda destekleyen ve gelişmesini sağlayan özgün ve özgür kılan uzun soluklu sanat politikalarını oluşturamadığımız sürece bu kısır döngü sürüp gidecek, biline. Günü birlik tüketip günü birlik yaşayan bir toplumdan da uzun soluklu sanat politikaları oluşturmasını beklemek, haksızlık olur diye düşünüyorum. Bu arada sanat politikalarının amacı, sanatın ve sanatçının üzerinde bir baskı, bir hegemonya yaratıp, sanatın ve sanatçının gelişimini engellemek değil, bilâkis sanatın ve sanatçının kendi mecrasında özgür bir şekilde gelişimini sağlamak ve önünü açmak olmalıdır. Sanat felsefesini ve sanat bağlamında Antalya’nın sosyolojik yapısını araştırıp incelemediğimiz sürece, sanat ve toplum arasında bir ilişki kurmamız ve bir sanat politikası oluşturmamız oldukça güçleşir. Antalya’da sanat üzerine sosyolojik bir çalışma var mıdır acaba? Kentin sanat dinamiklerini harekete geçirip en üst seviyeye çıkarmak ve bu sanatsal zevki halkla ya da sanat tüketicisiyle buluşturmak için sosyolojik bir çalışma ve araştırma yapmak gerekiyor. Burada sanat tüketicisi ve sanat tüketiminden bahsediyorum. Aslında sanat tüketilirken yeniden üretilen ve yeniden şekillenen bir kavram olarak ortaya çıktığı için bu ifadeyi bilerek kullanıyorum. Yani tüketmek ifadesini. Tüketirken yeniden üretilen bir nesne olması, sanatın önemli ve büyük bir avantajı aslında. Bu özelliği, sanatçı tarafından mutlaka görülmeli. Gelelim şimdi sorulması gereken önemli sorulara. Kentin sosyolojik yapısı nedir; halkın sanata ve sanatçıya bakışı ve yaklaşımı nedir, sanattan ne anlaşılmaktadır, sanat gerekli midir gerekliyse hayatının kaçıncı önem sırasında yer almaktadır, sanat bir ekonomik değer taşır mı, kaç kez sinemaya tiyatroya konsere sergiye gitmiştir, hangi sanat türlerinden hoşlanmakta ya da hangi sanat türlerini takip etmek istemektedir, sanattan ve sanatçıdan beklentiler nelerdir, sanatın kentteki tüketim oranı nedir, ne kadar ve hangi tür sanat üretiliyor, ne kadar atölye, ne kadar galeri, ne kadar salon, ne kadar sinema, ne kadar sanatçı var gibi gibi soruların cevabını bulmadan bir sanat şehrini yaratmanın ve bir sanat politikası oluşturmanın imkânsızlığına değinmeye çalışıyorum. Buna benzer karşı sorulara sanatın ve sanatçının da muhatap olması gerekir elbette. Sosyolojik değerlere ve istatistikî verilere, bilgilere ulaşmadan bir sanat politikası oluşturmak mümkün değildir. Peki bütün bu soruların cevabıyla ilgili elimizde istatistiki bilgiler ve bir sanat-sanatçı envanteri var mı? Maalesef yok! İstatistik yapma ve istatistik tutma yoksuluyuz. O halde böyle bir durumda bir sanat politikasından bahsetmek mümkün olabilir mi?
SANATÇI DAYANIŞMASI
Üzerinde durmak istediğim bir başka husus, sanatçı dayanışması. Devletin ve yerel yönetimlerin yeterince desteklemediği sanat ve sanatçı, kendi içinde bir sanat ve sanatçı dayanışması oluşturması gerekirken, birkaç küçük örneğin dışında maalesef bu dayanışmayı göremiyoruz. Bırakın dayanışmayı zaman zaman birbirlerinin paçasından asılmalarına tanık oluyoruz. Ortaya konacak bir dayanışma ruhuyla nitelikli ortak atölyeler ve galeriler, yurt içi ve yurt dışı nitelikli ortak sergiler, konserler, gösteriler sanatçının ayakta durmasını, sanatının ise, daha çok gelişmesini sağlayacaktır.
SANAT, İKLİM VE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ
Yanlış ve düzensiz imar uygulamaları, garip imar planları ve bunun neticesinde ortaya çıkan çarpık ve düzensiz kentleşme, domino taşı etkisiyle zaten tüm dünyada büyük bir hızla yaşadığımız iklim değişikliğini ve onun açtığı krizleri de tetiklemektedir. İklim değişiklikleri neticesinde ortaya çıkan iklim krizleri her yeri ve her şeyi olumsuz anlamda etkilediği gibi, sanatı ve sanatçıyı da etkilemektedir. İklimsel değişikliklerin sanata ve sanatsal faaliyetlere olan olumsuz etkilerini nasıl en aza indirebiliriz? Her türlü iklim koşulunu nasıl avantaja çevirebiliriz? İklimsel özellikleri bakımından Antalya’nın pek çok avantajlı ve kuvvetli yönleri olduğu gibi, zayıf yönleri ve dezavantajları da var elbette. Özellikle son çeyrek yüzyılda hızla etkisini sürdüren iklim değişikliği ve iklim krizlerinden Antalya da nasibini almakta. Aşırı yağışlar ve seller, bunun yanı sıra aşırı sıcaklar ve kuraklık, yangınlar, heyelanlar, depremler kenti oldukça etkilemektedir. Özellikle yaz mevsiminde sıcakların ve nemin aşırı artması, kent merkezinde yaşayan hatırı sayılır bir nüfusun yaylalara göçmesine neden olmakta, bu durum da sanatsal etkinlikleri yaz mevsiminde olumsuz anlamda etkilemektedir. Sanatsal etkinliklerin kesintiye uğramaması için yaylalarda ve kırsal kesimlerde Yaylada Şenlik Var, Yaylada Sanat Var adı altında pek çok sanat faaliyeti gerçekleştirilebilir. Bu konuda yerel yönetimlere ve yöneticilere önemli görevler düşmektedir. Bir başka husus; insanlığın iklim krizlerinin yarattığı olumsuzlukları asgariye indirmesi ve fırsata çevirmesi için sanat bir çare olarak karşımıza çıkmaktadır. Sanatın ve sanatçının insana, doğaya ve çevreye olan duyarlılığı malum. Dolayısıyla sanat varsa, çare her zaman vardır. Ve sanat, tüm olumsuzlukları ortadan kaldırmaya yetecek güce sahiptir. O halde bir kez daha “Yaşasın Sanat” diyoruz.
SANAT VE YEREL YÖNETİMLER
Sanata ve sanatçıya en büyük desteği vermesi gereken yerel yönetimler, yani belediyeler bu konuda neler yapıyor bir bakalım. Öncelikle kent estetiği adına neler yapıyorlar ona bakalım. Bu konuda yapılan yanlış uygulamaları, kent estetiği başlığında genişçe dile getirmiştik. Gelelim belediyelerin sanat etkinliği adı altında yaptıklarına. Bayramlarda, seyranlarda, Ramazanlarda, özel günlerde ve gecelerde, meydanlarda ya da salonlarda konserler ve bazı festival-şenlik adı altında gösteriler düzenleniyor. Nasıl konserler bunlar? Büyük bütçelerle gerçekleştirilen bu etkinliklerin, özellikle popüler sanatçı konserlerinin sanat adına bu kente kattığı bir şey var mı; bu sorunun cevabını bulmak lâzım. Anlık, günü birlik yapılan bu tarz tüketimler o kadar fazla ki bu kentte. Üzülüyorum. Kendim adına değil, kentim adına üzülüyorum. Sanat adına üzülüyorum. Onca parayı bu konserlere döken belediyeler, nitelikli bir yerel sanatçıya bir sergi salonu, bir konser salonu, bir araç tahsisi yaparken, bin dereden su getiriyor maalesef. Vermemek için de direniyor. İşte geldiğimiz nokta ve yaşadığımız durum. Bütün bunlara rağmen bazı belediyelerden, bazı kurum ve kuruluşlardan aldığım kültür sanat etkinlikleriyle ilgili rakamları sizlerle paylaşmak isterim. Büyükşehir Belediyesi 2024 yılında 4.000.000’a yakın kişinin katılım sağladığı 400 etkinlik gerçekleştirmiş. Kepez Belediyesi 23 Nisan 2024’ten 31 Aralık 2024 tarihine kadar 232.200 kişinin katılım sağladığı 93 kültür sanat etkinliği gerçekleştirmiş. Muratpaşa Belediyesi’nin gerçekleştirdiği 29 kültür sanat etkinliğine 150.000 kişi katılım sağlamış. Döşemealtı Belediyesi 2024 yılında toplam 9 etkinlik yapmış ve 31.000 kişi katılım sağlamış. Konyaaltı Belediyesi’nden de rakamları ve etkinlikleri talep ettim, İlke Bey dönüş yapacağını söylemesine rağmen dönmedi. Antalya İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün 2024 yılında gerçekleştirdiği 17.534 kültürel etkinliğe 222.860 öğrenci katılmış. Yine İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün gerçekleştirdiği 9.005 sanatsal etkinliğe 89.206 öğrenci katılmış. Ayrıca 239.234 öğrenci de sportif faaliyetlerden, en az bir tanesine katılmış. Devlet Tiyatroları 2024 yılında 53.889 izleyicinin katılım sağladığı 205 temsil ve 23 oyun sergilemiş. Kültür ve Turizm Müdürlüğü 6.000 kişinin katılım sağladığı 5 etkinlik gerçekleştirmiş. Bu arada önemli bir etkinlik olan Kültür Yolu Festivali’ni kaç kişinin takip ettiği belli değil. Devlet Senfoni Orkestrası’nın 2024 yılında düzenlediği 31 konsere 23.000 kişi katılım sağlamış. Antalya’daki tüm müze ve ören yerlerini 2024 yılında 2.465.732 kişi ziyaret etmiş. Bunların kaçı yerli, kaçı yabancı belli değil. Akdeniz Üniversitesi 2024 yılı itibariyle 328 kültür ve sanat etkinliği gerçekleştirmiş. Bu rakamlar gerçekten oldukça önemli. İşte bu rakamlar, hattâ daha da ötesi ve önemlisi cinsiyet, yaş grubu, eğitim durumu, kaç kez katılım sağladığı, ilgi alanları gibi istatistikî veriler elimizde olmadığı sürece, bir sanat politikası ortaya koymak pek mümkün görünmüyor.
SONUÇ
Gerçekleştirilen bunca sanatsal etkinliğe rağmen Antalya’nın halâ ve henüz bir sanat şehri olmayışı ya da olamayışının nedenlerini araştırmalıyız. Nitelik mi yoksa nicelik mi tartışmasını mutlaka yapmalıyız. Ve her şeyden önemlisi gerçekleri konuşmaktan asla kaçmamalıyız. Her kademe eğitim kurumlarında yeterli ölçüde sanat eğitimi ve uygulaması veriliyor mu; tartışmalıyız. Kurum ve kuruluşlar arasındaki eşgüdüm eksikliği mutlaka giderilmeli ve hazırlanacak aylık Sanat Bülteni, tek bir merkezden takip edilmeli. Hepsini bir cümlede hülâsa edecek olursak; estetikten ve koordinasyondan yoksun ve ayrıca iklimsel sorunlar yaşayan, sanat estetiği ve eğitimi tam anlamıyla oluşmamış bir kentte, politikaya kurban edilmiş sanatın ve sanatçının yaşaması ve gelişmesi, böylesi çalıştaylarla mümkün olur, umarım. Farkındalık yaratmak diyor, bazı arkadaşlar. Neyin farkındalığı, kimin farkındalığı? Herkes her şeyin farkında aslında. Önemli olan artık farkındalık yaratmak filan değil; eyleme, uygulamaya geçmek ve gerçekleştirilen her güzel şeyi sürdürülebilir kılmak. E haydi o zaman bu günden itibaren yerel, genel, evrensel sanat adına ne varsa gözden geçirip yola revan olalım. Gerçek sanat politikaları doğrultusunda bu kentte gerçek sanatı ve sanatçıyı görmeyen, görmek istemeyenleri de el birliğiyle hizaya getirelim.”
HABER MERKEZİ