Nuray Mert - Ramazan Yüce

90'lı yıllarda ekranlarda sıkça gördüğümüz bir profil idi.

28 Şubat sürecinde herkesin sustuğu bir ortamda gözünü budaktan esirgemedi.

Yabancısı olduğu bir kesimi savunuyordu durmadan. Çünkü onlar, başörtülü okullarına alınmıyor, yok yere ceza alıyor, savundukları partileri eften püften nedenlerle kapatılıyor, yöneticilerine siyasi yasak getiriliyor. Dışlanıyor, horlanıyor, insan muamelesi yapılmıyordu.

Kendi camiasına, bu insanlar özgürlük istiyor, bunlara yasakları reva görerek yanlış yapıyorsunuz diyordu hem ekranlarda hem de yazılarında. Söylediklerinin ve yazdıklarının kendi mahallesinde bir karşılığı olmamasına ve onlardan tepki almasına rağmen mağduru savunmayı bir görev bildi.

Onca ekranlarda gördüğüm, konuşmalarıyla gönlümde taht kuran, bizi savunuyor, helal olsun dediğim bu kadın, bir profesörmüş aynı zamanda. Ama ekranlarda ve yazılarında isminin altında ben bu unvanı hiç görmedim. Anladığım kadarıyla etikete önem veren biri değil. Belki de unvanıma yer verilmesin, sadece ismim yeterli demiş olmalı.

Ne zamandır ekranlarda görmediğim ve yazılarını okumadığım soyadı gibi mert olan Nuray Mert, öldü mü, kaldı mı derken meğerse Medyascope'ta yazıyormuş. Son yazısında da akademik unvanına yer vermemiş. Yazısını haber yapanlar Prof. Unvanına yer vermiş. "Veda ediyorum" yazısı sanal aleme düşünce haberim oldu. "Ülkeme ilişkin siyasi yorum yazısı yazmaya ve görüş bildirmeye son verme kararı aldım" demiş son yazısında. Son verme nedeni olarak da "Sadece, kendi adıma da ülkem adına da artık korkuyorum. Kendi adıma, soluğu cezaevinde alırsam kedilerime kim bakar diye korkuyorum. “Torun” saydığım, yeğenimin küçük kızından ayrı kalırım diye korkuyorum. Geçirdiğim ölümcül hastalığın izleri, sağlık durumum, yaşım itibarıyla tahammülüm, mecalim bitmek üzere diye korkuyorum. Ülkem adına, bir karanlık tünelde nereye gittiğimiz meçhul hale geldiği için korkuyorum. O küçük kız için korkuyorum. Gocunulacak yanı yok, insan korkan bir varlıktır." şeklinde yer vermiş son yazısında.

Veda ediyorum” yazısındaki görüşlerine katılır veya katılmazsınız. Korkuyorum endişesini yerli veya yersiz bulursunuz. Çok abartmış. Böyle bir endişeye mahal yok diyebilirsiniz.

Böyle bir endişe var veya yok. Ama bir zamanların korkusuz kalemi, korkuyorum diyorsa ve bu noktaya gelmişse bu konunun üzerinde bir kez daha düşünmek lazım. Eğer görüş açıklamadan dolayı insanların başına bir şey geliyorsa özgürlükleri genişletmek lazım. Yok, yersiz yere böyle bir korkuya kapılmışsa, korkun yersiz diyerek bu kişiyi ikna etmek lazım.

Bir zamanların korkusuz söz sahibi ve kalem erbabı korkuyorsa yazıp çizen ve görüş açıklamaya çalışanların hayli hayli korkması lazım. Buna rağmen yazıp çizene ise cahil cesareti demek herhalde yanlış olmaz.

Sözün özü, Vefa İstanbul’da bir semtin adı olduğunu bir kez daha hatırlamış olduk. Çünkü görünen o ki insanın vefası yok. Bakmayın bir kahvenin kırk yıl hatırı olur dendiğine. Eğer vefamız olsaydı, “Bu kadın en zayıf ve güçsüz olduğumuz zamanda laik kesimin tepkisine, akademik unvanı tehlikeye girmesine ve mahallesinden dışlamayı göze alarak bizim haklarımızı savundu. Bugün farklı düşünüyor, bizi eleştiriyor ama geçmiş yaptıkları adına koruyup kollamak, ona olan vefa borcunu ödemek lazım ya da görmezden gelmek veya eleştirilerine kulak vermek lazım” demek varken geçmiş bir fotoğraf görüntüsü üzerinden terör örgütü üyesi iddiasıyla hakkında dava açmak hiç olacak şey olmasa gerek.

Görünen o ki Nuray Mert ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranmış biri. Görüşlerinden dolayı zamanında laik kesim dışlamış, sonrasında da bir zamanlar kendilerini savunduğu dindar, mütedeyyin ve İslamcı kesim dışlamış.

Kim ne derse desin, kim onu dışlarsa dışlasın, nazarımda ayrı bir yeri vardı. Bundan sonra da olmaya devam edecek, bu korkusuz Mert kadının.