Kadın avukatlarımız Cumhuriyet Devrimi değerlerinin savunulmasında en önde

Özellikle kadın hukukçularımız, Cumhuriyet Devrimlerinin ışığında, eşitlik ve özgürlük mücadelesinin en ön saflarında yer almaktadır. Adaleti, demokrasiyi ve bağımsız yargıyı savunmaya, Türkiye Cumhuriyeti’ni laik, sosyal, hukuk devleti kimliğiyle sonsuza dek yaşatmaya ant içenlerdir onlar... Bu inançla mesleğini yapan değerli kadın avukatlarımıza ulaştık ve görüşlerini aldık.

İlk sorumuzu, İstanbul 1 Nolu Barosu üyelerinden Av. Müge Özarmağan’a yöneltiyoruz.

- Son zamanlarda barolarımızda gayrimilli yönetimlere karşı milli baro mücadelesi öne çıkıyor. Bu durumu değerlendirir misiniz?

Sadece barolarımızda değil pek çok meslek örgütünde görüldüğü üzere, gerek seçimlere katılımın azlığı, gerekse adayların ve gruplarının kişisel çıkar peşinde aşırı bölünmeleri sonucunda, genel kurul düzeyinde büyük bir güç boşluğu oluşmakta, bunu fırsat bilen kimi örgütlü güçler de bu zeminden yararlanarak orantısız bir temsiliyet ile yönetim organlarını kolayca ele geçirmektedirler. Bu başlı başına bir ‘demokrasi açığı’ teşkil etmektedir.

Tam da bu şekilde İstanbul Barosu yönetimine gelen Prof. İbrahim Kaboğlu ve ekibinin Anayasa’yla ilişkisi daha ilk dört maddesinden başlayarak sorunludur. Kendilerinin hukuk anlayışı, 2008 yılında Fethullahçı terör ve casusluk örgütü tarafından tertip edilen kumpas davalarını destekleyen “Ergenekon derinleştirilsin!” talepli bildirilere imzacılıklarıyla bilinir.

İstanbul Barosu’nun İbrahim Kaboğlu başkanlığındaki son yönetimi, bölücülüğe kalkan olan söylem ve eylemleriyle, baronun amaçları dışında faaliyetlerde bulunduğundan, Avukatlık Kanunu’nun ilgili hükümleri uyarınca mahkeme kararıyla görevden alınmıştır. Görevden alınan baro yönetimi, “insan haklarını savunma” görevini yaptıklarını savunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 14. maddesi uyarınca temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılması yasaklanmıştır. Burada olan, anılan kanunun 76. maddesindeki “insan haklarını savunma” görevini -amaç saptırma suretiyle- sırf yasal yaptırımdan kaçmak için kötüye kullanma teşebbüsünden ibarettir. Görevli mahkemenin hukuku gereğince uygulaması sonucunda bu hukuka aykırı girişim boşa çıkarılmış, hukukun üstünlüğü ilkesi galip gelmiştir.

Diğer yandan, seçmenlerin yaklaşık onda birinin oyuyla yönetimi ele geçiren Kaboğlu yönetimi, esasen temsil etmediği baroya kayıtlı 64 binden fazla avukatın değerlerini ve görüşlerini yok sayarak söz konusu hukuka aykırı gayrimilli söylem ve eylemlerde bulunmuştur. Demokratik temsil bu mudur? Sözde eleştirdikleri düzenden ne farkları vardır? Küçük bir azınlık nasıl çoğunluğun iradesini böylesine kötüye kullanabilir? Tutturdukları “seçimle gelen seçimle gider” ezberi de kamuoyunu yanıltmak için tekrarladıkları hukuki değeri olmayan beyhude bir savunmadan ibarettir. Şöyle ki, ilgili hükümleriyle Avukatlık Kanunu, hukuka uygun davranmayan baro organlarının yargı kararıyla görevden alınacağını emretmektedir.

‘SEÇİMLE GELEN HUKUKU ÇİĞNERSE YARGI KARARIYLA DA GİDER’

Bu temelde, hukukun üstünlüğü konusunda samimi olunursa şöyle demek gerekir: Seçimle gelen ancak ve ancak hukuka uygun hareket etmek kaydıyla seçimle gider; aksi takdirde seçimle gelmiş olan, hukuku çiğnerse pekâlâ yargı kararıyla da gider!

Ne yazık ki son seçime giren tüm gruplar Kaboğlu yönetimine destek vererek bu oyunun figüranı olmuştur. Bu nedenle, bizim ‘Milliyetçi Avukat Hareketi’ni kurarak İstanbul Barosu’nun onurunu ve avukatlarının haklarını savunmamız zorunluluğu doğmuştur.

Barolarımızın önünde avukatların çözüm bekleyen önemli meslek sorunları yığılmış iken, bazı gayrı milli grupların, açıkladığımız demokrasi açığından yararlanarak baro yönetimlerini ele geçirdiği ve baroları yasal amaçları dışında faaliyetlere sürükleyerek suistimal ettiklerini saptıyoruz. Bu durum bize, meslek sorunlarımızın yanı sıra, barolar içinde yapılanmaya çalışan gayrı milli unsurlarla mücadele etmemiz gibi milli bir görevi de öncelikli olarak yüklemektedir.

Bu mücadelede ilk hedefimiz, Türkiye Cumhuriyeti’ne, kuruluş ilkelerine ve hukukun üstünlüğüne karşıt eylemler için örgütlenen grupların bir daha seçim kazanamamalarını, yönetimleri ele geçirememelerini sağlamaktır.

Sonraki hedefimiz ise, barolarımızda vatan bütünlüğüne, Cumhuriyetimizin kuruluş ilkelerine ve hukukun üstünlüğüne sahip çıkan milli çizgide yönetimleri başa getirmektir. Barolarımız önümüzdeki süreçte emperyalizmin güdümünde roller üstlenen gayrı milli yapılar ile millici vatansever avukat hareketleri arasında mücadelelere tanık olacak, “Önce Vatan” diyen meslektaşlarımız baro yönetimlerini oluşturacaklardır.

MİLLİ BARO OLMAK MAHMUT ESAT BOZKURT GİBİ OLMAKTIR

Ankara Barosu Üyesi Av. Merve Ayvalı Can’a da milli baro sorumuzu yönelttik. Genç ama çalışkan hukukçulardan konuğumuz bizi yanıtlarken dikkat çekici, önemli vurgular yaptı.

n Milli bir barodan beklentileriniz nelerdir?

Türk hukuk devriminin inşasına öncülük ederek kattıkları ile Mahmut Esat Bozkurt'u anmamak olmaz. Bugün milli barodan bahsedeceksek tam da onun gibi olmak derim. Türk kadını için büyük bir devrim niteliğinde olan Medeni Kanunu'nun kabulü için verdiği mücadele bunun en büyük örneğidir.

Günümüzde yabancı barolardan yardım dilenen barolara inat Lahey Adalet Divanı’nda Türkiye'yi alnının akıyla temsil ederek tarihe adını yazdırmıştır. İşte milli baro tam olarak Mahmut Esat Bozkurt gibi olmaktır.

Günümüz barosu da aynı bu bilinçle Türk toplumunu daha ileriye taşıyan, yeniyi arayan, emperyalist saldırılara karşı Türkiye Cumhuriyeti’nin hukukunu savunan bir baro olmalıdır. Yani milli baronun öncülüğü Türkiye, Türk Milleti ve Türk hukuku olmalıdır.

‘6284 SAYILI KANUNUMUZ YETERLİDİR'

İstanbul 1 Nolu Barosu üyelerinden Av. Seda Ceren Bayraktar, kadına yönelik şiddetle ilgili 6284 sayılı kanunumuzu değerlendirdi:

“Kadına yönelik şiddetle ilgili en önemli yasa 6284 sayılı kanunumuz. Bu kanun tüm şiddet mağdurlarını ve şiddete uğrama ihtimali bulunanları korumaya yönelik düzenlemeler içeriyor. Kanun özünde kadına karşı şiddetle mücadele için yeterli. Kanunda yalnızca koruma konusu değil, korunana maddi destek, nafaka, sağlık giderleri vb konularda maddi güvence sağlanmasına dair de düzenlemeler yer almaktadır. Yeter ki doğru uygulansın.

“Şiddete uğrayan bir kadın imkânı varsa öncesinde darp raporu alarak, yok ise doğrudan kolluğa başvurarak darp raporu da alınmasını isteyerek korunma talebinde bulunmalıdır. Her ilçede karakol bulunduğu için en kolay yöntem budur. Kolluk, şiddet mağdurunun talebini derhal mülki amire ve o da aile mahkemesine iletecek ve koruma kararı verilecektir.

“Diğer bir seçenek ise kolluğa herhangi bir gerekçeyle başvurulamaması halinde doğrudan tek bir dilekçe ile bulunduğunuz yerin Aile Mahkemesine koruma tedbirlerinin uygulanması talepli bir dilekçeyle başvurulmasıdır. Koruma tedbirlerine yönelik karar genellikle aynı gün içinde verilmekte ve kolluk tarafından şiddet uygulayana bildirilmektedir.

“Konuta yaklaşmama, kişiye yaklaşmama, iş yerine, ailesine yaklaşmama vb şeklinde verilen karar şiddet uygulayana bildirildikten sonra bu karara aykırı davranması halinde, diğer bir deyimle yaklaşması halinde derhal kolluğa haber verilmelidir. Bu durumda ihlal eden hakkında, bu ihlali nedeniyle disiplin hapsi uygulanacaktır.

“Özetle kanunumuz yeterli olup uygulamada yaşanan sorun varsa biz o sorunu da çözeceğiz. Kadın, çocuk ya da şiddet mağduru olan her kimse haklarını korumaya devam edeceğiz.”

‘Avukatlığı kadınlarımız çok tercih etmektedir’

İstanbul 1 Nolu Barosu Cumhuriyet Araştırmaları Merkezi üyesi Av. Elif Eskin:

“Avukatlık, toplumun her kesiminden insanla bir araya gelmenizi, ülkenizi ve insanınızı yakından tanımanızı sağlayan bir meslek. Hakkıyla yaptığınızda hem bireysel olarak, ‘Ben bu insanın hayatına dokundum, bir fark yarattım’ mutluluğunu hem de toplumsal olarak ‘Bir hukukçu olarak ülkemin bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinde benim de katkım var’ onurunu yaşayabiliyorsunuz. Son yıllarda her alanda ön saflarda gördüğümüz kadınlarımız tarafından da çok tercih edilmekte.

“Mesleki olarak başta özellikle genç avukatların ekonomik sorunları olmak üzere birçok sorunumuz var ama biliyoruz ki, bu sorunlar ülkemizin genel siyasi, ekonomik ve sosyal ikliminden bağımsız değil. Avukatlar bu iklime olumlu ya da olumsuz katkılarını en çok da meslek örgütleri eliyle sunabiliyorlar. Bu nedenle bir kısmı bölücülüğün etkisi altına girmiş olan barolarımızda milli duruşu olan, gerçek Atatürkçü avukatların yönetimlere gelmesi bugünün en önemli konusudur. Tüm meslektaşlarımın 5 Nisan Avukatlar Gününü kutlarken başta milli reflekslerinin çok daha hızlı olduğunu düşündüğüm kadın avukatlar olmak üzere bütün meslektaşlarımı Büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk ve milliyetçi aydın hukukçularımızın simgesi Mahmut Esat Bozkurt’u rehber edindiğimiz Milliyetçi Avukat Hareketi’ne katılmaya davet ediyorum.”