Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) Genel Başkan Yardımcısı ve Ekonomi İşleri Başkanı Nihat Zeybekci, Aydınlık’a konuştu. 61, 62, 63 ve 65. Dönem Hükümetlerinde Ekonomi Bakanlığı görevini yürüten Zeybekci, ABD Başkanı Donald Trump’ın Çin’e karşı açıkladığı tarifelerden Türk ekonomisinin gidişatına kadar değerlendirmelerde bulundu.
Zeybekci, tek kutuplu dünya düzeninin sona erdiğini işaret etti. Trump’ın kararlarının ilk bakışta Türkiye’nin lehine göründüğünü söyledi. Türkiye’nin ABD’yle ikili anlaşma yapması gerektiğini savundu. AK Parti iktidarının enflasyonla mücadele ve vatandaşın ekonomik kaygılarına bakışını anlattı. İklim Kanunu ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) merkezli soruşturmalarla ilgili eleştirileri yorumladı. Zeybekci’nin “Kalıcı başarı için üretim seferberliği şart.” ifadeleri dikkat çekti. Zeybekci, AK Parti hükümetinin bu yönde hazırlıkları olduğunun mesajını verdi.
‘DÜNYA İKİ KUTBA DÖNDÜ’
İşte 15 Nisan 2025 salı günü AK Parti Genel Merkezindeki makamında görüştüğümüz Nihat Zeybekci’nin görüşleri...
ABD’nin Çin’e karşı uyguladığı yeni vergi tarifelerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Trump niçin böyle bir eyleme girişti?
Dünya ticareti ve ekonomisi şu an itibariyle tamamen iki kutba döndü: ABD ve Çin. Gelecek on yılda bu ivmeyle giderse, Çin’in açık ara ABD’yi geçeceği görülüyor. Dünya ekonomisinin yüzde 27’si ABD, yüzde 20’si Çin. Fakat altyapı, yatırımlar, üretimler, kapasite ve mentalite olarak çok durağan bir ABD var. Çin’in ise çok hızlı bir şekilde geldiğini görüyoruz. Bilgi işleme ve yapay zeka kapasitesine bakıldığında da yüzde 60’ı ABD, yüzde 35’i Çin; AB ise sadece yüzde 25. AB bu yarışın dışında kalmış durumda. Çin, ABD’nin en çok dış ticaret açığı verdiği ülkeydi. Trump’ın birinci döneminden başlayan tedbirlerle Çin, ABD’nin en çok dış ticaret açığı verdiği ülke olmaktan çıktı. İkinci sıraya düştü; birinci sıraya Meksika geldi. Üçüncü sırada Kanada, sonra AB diye devam ediyor. Trump, birincisi; Çin’i bloklamak, büyüme ve gelişmesini engellemek amacıyla bunu yaptı. İkincisi de ulusal ekonomik hedefleri için.
ABD’NİN SALINCAK EYALETLERİ
ABD’de "salıncak eyaletler" denilen yedi eyalet var. Bu eyaletler; otomotivden enerjiye, yazılımdan demir-çeliğe çok büyük ABD markalarının merkezi olan eyaletler. Her kim ki bu salıncak eyaletleri alıyor, ABD seçimlerini alıyor. Örneğin Detroit... 10 milyona yakın nüfusuyla ABD’nin en zengin şehirleri arasındayken, bugün nüfusu 5 milyon seviyesine düşmüş. Afro-Amerikanların ve göçmenlerin en yoğun bulunduğu ve güvenlik anlamında da en sıkıntılı şehirlerden biri hâline gelmiş. Oradaki sanayi ve üretim tesisleri ülkeyi terk etmiş. Trump da seçim kampanyasını bu eyaletlere yoğunlaştırıyor. Biden bu eyaletlerde Paris İklim Anlaşması’ndan kaynaklı kısıtlamalara gitti; Trump ise hepsini kaldıracağını vaat etti. Ülkeyi terk eden üreticileri de tekrar ülkeye kazandırmak noktasında çok önemli adımlar atacağını söyledi. Bu, gümrük vergileriyle ilgili. Tahminlere göre 600-700 milyar dolar civarında yıllık net gelir elde etmeyi hedefliyorlar. Burada ilk yaptığı iş, kurumlar vergisini yüzde 15’e çekmek oldu. Artı; yazılım ve çip üretimiyle ilgili 100 milyar dolarlık bir teşvik paketi açıkladı. Finansmanını da gümrük vergilerinden sağlayacaklarını ilan etti.
‘VAHŞİ EMPERYALİST EMELLER GÜDÜYOR’
Aslında Trump; Çin ile Vietnam, Kamboçya, Bangladeş, Malezya ve Endonezya gibi akrabalarının daha fazla güçlenmesini engellemek için, Meksika, Kanada, Avrupa, Kore, Japonya ve Türkiye’ye, “Çin’e karşı benimle beraber olursanız sizinle her şeyi konuşurum, her şeyde anlaşırım.” diyor. “Çin’e karşı olanlar ve olmayanlar” diye hareket edeceğini açık bir şekilde ortaya koyuyor.
Meksika’yla ilgili göçmenler üzerinden bir iş gücü hesabı var. Kanada’yla ilgili ise vahşi emperyalist emeller güdüyor. Doğu Akdeniz, Gazze ve Lübnan’la da, yer altı ve yer üstü zenginliklerinden ötürü, aynı duyguyla ilgileniyor.
ABD ve AB, Çin’in 2001’de Dünya Ticaret Örgütü’ne katılımına kadar küresel refahtan tek başına yararlandığı için rahatsız olmuyordu. Ama 2001 itibarıyla buradan en büyük menfaati Çin sağladı.
‘ABD DEZAVANTAJLI’
Bu adımlar dünyaya nasıl yansır?
Dünya ticareti ve ekonomisinde bir yavaşlama söz konusu olabilir. Bunun önüne geçmek için küresel enflasyonla mücadele sekteye uğrayabilir. Bunun da resesyon riski olacaktır. Dünyada finans piyasalarında faizlerin yükselmesi bizim de finans maliyetlerimizi yükseltebilir.
Burada tabi Çin ne yapacak, o da önemli.
ABD bir kere dezavantajlı. Çünkü ABD’lilerin bir telefonu bin dolara alırken, bunun 2 bin dolara çıkmasını kabul etmesi zor olacaktır. ABD’de gelişkin bir demokrasi var ve bu gibi durumlar seçilmişlerin üzerinde ciddi baskılar yaratacaktır. Çin ise böyle bir dezavantajı yok. O nedenle ABD’nin buradaki adımları uzun soluklu olmayacaktır. Tahminim ikili anlaşmalara gidecektir.
‘ÇİN’İN DEVASA REZERVİ VAR’
Çin’in alacağı tedbirler de var. Çin rezerv olarak elinde çok devasa bir imkan ve kaynak var. Çin’deki üretici ve ihracatçılarını sıfır maliyetle finanse etme adımı atmaya başladı. İkincisi ham madde, enerji ve lojistikle ilgili subvansiyonlarla yine maliyetleri aşağıya çekmeye çalışacaktır. Üçüncüsü Yuan’ı devalüe etme yoluna gidecektir. Bu da Çin mallarının yine dünya piyasalarında ucuz dolaşımını sağlar. Dördüncü adım da, tehlikeli bir adım, Trump’ın da belki şiddetle karşı çıkacağı, Amerikan dolarının rezerv para olma özelliğine karşı atacağı adımlar olacak. Gerek ŞİÖ, gerek BRICS gibi organizasyonlarla. Bununla ilgili de zaten bazı hareketler var.
Ama bu ABD’nin en sert tepki göstereceği aşama olur çünkü düşünsenize karşılıksız para basıyorsunuz rezerv para adında. Bunu tüm dünyaya gönderiyorsunuz. Tüm dünyadan refah ve mal satın alıyorsunuz. Size hiçbir maliyeti yok. ABD’nin dış ticaret açığı vermesine bu açıdan baktığınızda da pek sürdürülemez bir şey değil bu. ABD’nin dünya üzerindeki gücü de buradan geldi.
‘ABD İLE İKİLİ ANLAŞMA YAPMALIYIZ’
Peki Türkiye nasıl etkilenir?
Bizim AB ile 1996’da imzaladığımız Gümrük Birliği Anlaşması var.
Bu tarifelere göre Türkiye görece avantajlı konumda. Diğer ülkelere uygulamış olduğu yüksek tarife bizim onlarla aramızdaki maliyet farkına hemen hemen denk geliyor. Bir taraftan da ABD ve AB şirketlerinin oralardan çekilerek Türkiye’ye yatırım yapmalarının önü açılıyor. Çin de zaten Türkiye gibi köprü ülkelere de yatırım yapmaya başlamıştı. İhracatçımızın önüne güzel bir fırsat ortaya çıkacaktır.
Ama şöyle bir sıkıntı ihtimali var. Biz AB ile Gümrük Birliği Anlaşması olan bir ülkeyiz. Onların üçüncü ülkelere uyguladığı tarife otomatik şekilde bizim için de geçerli. ABD, AB’ye yüzde 25, Türkiye’ye yüzde 10 gümrük vergisi uyguluyor. AB de ABD’ye yüzde 25 yapınca, biz de ABD’ye yüzde 25 uygular hale geleceğiz. ABD de o zaman bize ‘Seni de yüzde 25’e çıkarıyorum.’ deme hakkına sahip oluyor. Onun için Türkiye olarak acil şekilde, bu riske karşı, AB böyle bir adım atmadan, ABD ile oturup ikili anlaşma yapmamız gerekiyor. Bu hamle Gümrük Birliği Anlaşması’nın önüne geçecektir.
‘ABD İLE HAREKET ETMEKTE MAHSUR YOK’
Trump’ın dünyayı Çin’e karşı birlik olmaya çağırdığını söylediniz. Türkiye buna ne yanıt vereceğini düşündü mü?
Bu şahsi görüşüm tabi. Biz ABD’ye 2.3 milyar dolar ticaret fazlası veren bir ülkeyiz. Yaklaşık 15 buçuk milyar dolar civarında ithalat, 17.8 galiba ihracat yapan bir ülkeyiz. Ticaret fazlamızı çok daha ileri götürmeye de sektörel olarak müsaitiz. Onun için ABD ile birlikte hareket etmemizde bir mahsur görmüyorum.
Türkiye en çok girdiyi Çin’den yapıyor. Bu Türkiye’yi olumsuz etkilemez mi?
Doğru. Ham madde, yarı mamul, yatırım malları anlamında maliyetlerimizi etkileyecektir. İhracatta da yüzde 60 civarında ithalata dayalı bir ülkeyiz. Çin’in de burada hatrı sayılır bir payı var.
Trump tarifeleri Türk-Çin ilişkilerinin seyrini değiştirir mi?
Çin’le ilişkilerimiz daha yoğunlaşacaktır. Birlikte çalışma anlamında Çin’in gayretleri üst seviyede. Türkiye, yetenekleri ve alt yapısıyla, köprü özelliğiyle Çin için en uygun ülke.
‘TALEP YOK EDİLMEZ, ERTELENİR’
Türkiye’ye gelecek olursak... Ekonomik gidişatı nasıl görüyorsunuz?
Geçen hafta MYK’daki sunumumuz ‘Yeni Dünya Ticaret Düzeni’ başlığındaydı. Ancak makro anlamda önceliğimiz, birinci gündemimiz ülke ekonomisi. Parasal tedbirlerimiz çok isabetli bir şekilde devam ediyor. İlk atılması gereken adım buydu. Ayrıca bununla birlikte kalıcı olarak enflasyonla mücadele edebilmek için üretim seferberliği yapmak için çalışmalara başladık. Ama kalıcı olarak enflasyonla mücadele edebilmek için üretim seferberliği şarttır. Bana sorarsanız ürünün ve üretimin azlığı enflasyonun gerçek sebebidir. Enflasyon sepetindeki en önemli bölümlerden biri de hizmetler. Bunun da en güçlü kalemi kira ve konut. Gıda, kira ve türevleri zaten yüzde 50’yi oluşturuyor. Burada bir seferberlikle yüzde 50’yi çözdüğünüz zaman enflasyonla mücadelenin sonuçlarını çok daha net ve kalıcı olarak görmeye başlarız. Yoksa sadece parasal tedbirlerle, yüksek faiz vererek, talebe giden parayı faize çekip de kalıcı başarı elde etmek mümkün değil. Talep, tabiatı itibarıyla, yok edilemez, ertelenir. İlk fırsatta gerçekleşir. Ertelenen talep daha güçlü şekilde meydana çıkar.
‘ÜRETİMİ COŞTURMAMIZ LAZIM’
Bu yaklaşımınız mevcut Hazine ve Maliye Bakanlığı politikalarına eleştiri içeriyor mu?
Hayır, aksine partinin ekonomi işleri başkanı olarak Hazine ve Maliye Bakanlığıyle eşgüdümlü bir şekilde çalışıyoruz. Burada vurgulamak istediğim ilk dönemdeki parasal tedbirlerle ilgili adımları gerçekleştirdik. Şimdi de mutlaka üretim seferberliği yapmalıyız. Ancak bu şekilde vatandaşımızın alım gücünü artırabiliriz. Üretimi, arzı, tezgahtaki, raftaki malı arttırmadığınız sürece dağıttığınız para sadece ve sadece enflasyondur.
Anlattıklarınızdan faiz indirimlerinin yakın olduğunu çıkarabilir miyiz?
Eflasyonla beraber görmek lazım. Enflasyonun aşağıya doğru inme hareketleri faiz indirimini kendiliğinden getirecektir.
Türkiye’de faizi iki şekilde tanımlıyorum. Bir, para piyasalarında geçerli olan. İki, devletin üretim, yatırım ve istihdam ortaya koymak isteyenlere sıfır faize kadar sağladığı. Hedefimiz kısır döngüyü kırmak için üretim ve yatırım seferberliği. Özellikle gıda ve konutta. Dar gelirli ve sabit gelirli vatandaşlarımızın kolaylıkla ulaşabileceği konut seferberliği hazırlığımız var. Genel tüketim mallarında üretimi körükleyici, coşturucu; çok cazip imkânlarla bir seferberlik yapmamız lazım.
‘AŞAĞI HAREKET DEVAM EDİYOR’
Rakamlar güncelleniyor, takvimler erteleniyor. AK Parti enflasyonun üstesinden gelmekte zorlandı mı?
Anormal şeyler yaşandı ama dezenflasyon sürecinde aşağı yönlü hareket kesintisiz olarak 12 aydan daha fazla bir süredir devam ediyor. Burada tabi kırılım gerçekleşti mi? Burada da dikkate alınması gereken şey algı. Hane halkı ne diyor? Profesyonel aktörler arasında enflasyonun seyri noktasında uyum var. Ama hane halkında tam olarak bir kırılma yaşanmadı. Orta Vadeli Programdaki hedeflere mutlaka ulaşılacaktır. Kalıcı kazanım tüm imkân ve kaynakları değerlendirerek üretim, istihdam ve yatırım seferberliğini başarmakla sağlanacaktır. Yatırımcıyı, üreticiyi, ihracatçıyı ikna ederek bu sahaya çekmemiz gerekiyor. O saha parasal tedbirlerle paranın para kazandığı bir saha mı olmalı? Yoksa normale dönerek üretim ve arzı arttıran bir saha mı olmalı? Vatantaş ve yatırımcı bu çizgiye gelmekte biraz zorlanıyor.
‘SINIRLAMA DEĞİL RAPORLAMA’
İklim Kanunu’na dair eleştiriler var. ‘Dünya fosil enerjiye dönerken Türkiye niye alelacele bu kararı alıyor?’, ‘Milli üretimi baltalar.’ gibi görüşler var. Ne dersiniz?
Aslında alelacele değil. 2026 itibariyle AB buna başlayacak. İhracatımızın yüzde 50’sinden fazlasını yaptığımız bir coğrafyadan bahsediyoruz. Bu Türkiye için karbon sınırlaması değil, karbon ayak izi sürdürülebilirlikle ilgili raporlama sistemine dahil olma. AB bunu tarife dışı engeller olarak da kullanacak ve Türkiye olarak ben başka ülkelerden aldığım ürünlerin üzerindeki karbon ayak izinden de vergisi dahil sorumluyum. Atılmak zorunda olan bir adım. Karbon vergisi gelecek diye bir şey yok. Bir sistemin kurulması meselesi. Bu süreçte milli üretimimizi her anlamda destekleyeceğiz ve kurumlarımıza rehberlik yapacağız. Bu raporlama sisteminin dışında kalmak, dünyaya entegre olduğumuz için Türkiye içinde bankacılık hizmetlerini bile aksatma risklerini barındırıyor.
‘AHLÂKIN MALİYETİ HESAPLANMAZ’
CHP, İBB soruşturmalarının Türk ekonomisine büyük maliyetlerinin olduğunu ifade ediyor. Ne dersiniz?
Bu konuları tartışmaya dahil olmak istemedim fakat eski bir belediye başkanıyım. Gösteri ve eylemlerin yarattığı görüntü Türkiye ekonomisine katkı sağladı diyemeyiz ama şeffaflığın, ahlâkın, temizliğin maliyeti hesaplanmaz. Etik değerlerde maliyet kaygısıyla hareket edilmez. Devasa hırsızlık, yolsuzluk ve suistimal iddialarının olduğu bir ortamda ‘Ama bunların maliyeti çok olur onun için bunların üzerine gitmeyelim.’ diyemezsiniz. O zaman devlet olamazsınız. Maliyeti, bedeli ne olursa olsun sonuna kadar gidilmeli. Tabi ki yargı son kararını verene kadar herkes masumdur ama iddialar var ve tamamı CHP’nin kendi içindeki dinamiklerden yansıyan iddialar. Olması gereken ‘O öyle değil, belgesi de burada.’ diyebilmek. Muş’taki bir bakkaldan 96 milyon liralık baklavanın nasıl alındığını birisi açıklamalı. İstanbul’un en muhteşem yerindeki, her biri milyarlık olduğu varsayılan üç villayı 15 milyona nasıl satın aldığını birisi açıklamalı. ‘Kafamda deli sorular’ diyeyim.
Teşekkür ediyoruz.
Estağfurullah. Vatandaşlarımıza esenlikler diliyorum.