Kurulduğu 1948 yılından beri başta Filistin ve çevre ülkeler olmak üzere, tüm dünya için bir tehdit ve zülüm devleti olan İsrail’in, bir buçuk yılı aşkındır çok açık bir soykırımı, başta Gazze olmak üzere tüm Filistin topraklarına, ardından da safsata inançlarına göre ard-ı mevut hayalleriyle, Türkiye’nin de belli bir kısmı dahil İslam coğrafyasının ana eksenini işgale, kendi deyimleriyle tanrının vaat ettiği topraklar olarak mülk edinmek için acımasızca Müslümanlar üzerinde soykırım yapmaya, fütursuzca devam eden İsrail’e, ne Birleşmiş Milletler’in, ne Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin ve ne de NATO’nun veya herhangi bir uluslararası kuruluşun, dur deme çabası yoktur, olmaz da.
Çünkü bu zulmün arkasında başta ABD olmak üzere tüm bahsi geçen kuruluş ve batılı Ehl-i Salip vardır. Şayet bunu Müslümanlar hala idrak etmiyor veya edemiyorsa, derin bir gaflet uykusunda olduklarını bilmeleri gerekir.
Hac ibadeti çok meşakkatli ve ömrü bir ibadet olup, Müslümanlara ağır mesuliyetler yüklemektedir. Bu mesuliyet başta hacca giden Müslüman fertler olmak üzere, onları yöneten devlet ricalinin yerine getirmesi gereken sorumluluklardır.
Hac; iktisadi, içtimai, kültürel, dini ve siyasi bir kongredir. Yani yılda bir defa, dünyanın hangi coğrafyasında yaşıyor olursa olsun, hacca gelen Müslümanın ve o Müslüman ülkeleri yöneten Müslüman yöneticilerin bahse konu beş temel iktisadi, içtimai, kültürel, siyasi ve dini kongrenin, ne anlama geldiğini fiilen ortaya koymalıdırlar.
Malum, içinde bulunduğumuz Şevval, ardından gelecek olan Zilkade ve Zilhicce ayları İslam literatüründe hac ayları olarak bilinmektedir. Bir başka ifadeyle mevsim-ül hacdır. Maddi hazırlıklarını yapmakta olan hacı adayları, bahse konu beş temel prensibi, haccın amacını idrak ederek hacca gitmeli, Müslüman ülkeleri yönetenler de aynı şuurla orada bir araya gelerek, kendi ekonomilerine ne kadar katkı sağladığını, yani haccın iktisadi yönünü, İslam ülkelerine sağladığı yıllık katkının ne olduğunu sorgulamalı, ürettikleri tüm ürünleri kurum ve kuruluşların, ekonomik değeri olan mal üreticisi sektörlerin CEO’larının, orada gelip ürünlerini İslam ülkeleri olarak birbirlerine pazarlaması gerekir. Cenabı hak, 'Vela cünahe aleyh.. ( bakara.198)'
Yani orada ticaret ve alışveriş yapmakta hiçbir mahsur yoktur derken, müslümanların sanki kendilerine yasakmış gibi orada mallarını pazarlamaması, İslam ülkelerini batılı gayri İslami ülkelerin ekonomik hegemonyasına teslim etmek demektir. Bu konu maalesef kendi ilgi alanı olması gerektiği halde diyanetin de ihmaline uğramıştır.
Ne haccın iktisadi yönü, ne de dünya müslümanlarının kaynaşmasına vesile olacak içtimai ve kültürel yönü, Hacı adayı eğitimlerinde hacılarımıza anlatılmamış, sadece kifayet miktarı haccın dini yönü, hac ibadetinin ifası, kamil manada yapılabilmesine dair hususlar anlatılmıştır. Başta Suudi Arabistan ve yönetimi olmak üzere, haccın siyasi yönüne zerre kadar ilgi gösterilmemiştir.
Niçin, çünkü herkes kendi siyasi iktidar ve ikbalini düşünerek hareket etmekte, hele hele bazı ülkelerin İslam coğrafyasını karıştırmasına zemin hazırlamaktadır. Oysaki, hac mevsiminde dünyanın gözü kulağı her yıl hacdan Müslüman ülkelerin yöneticilerinin ve ekonomi kurmaylarının alacağı kararlarda olmalıydı. Dünya ticaretinde önemli bir paya sahip olan İslam coğrafyası, birbiriyle yaptıkları anlaşmada yüzde kaç oranında karşılıklı ticaret kararı alabilmişlerdir? Bunun büyük oranda hac esnasında karara bağlanması gerekmez mi? Gerek İslamdan önce ve gerekse İslam dininin zuhuruyla Mekke hem ticaret, hem sanat, hem şiir ve edebiyat alanında, adeta dünyanın merkezi konumuna gelmiştir. Ukaz panayırları bunun en açık örneğidir.
Daha net söylemek gerekirse, dünya üzerinde başta Filistin ve Gazze olmak üzere, Miammar, Arakan ve Doğu Türkistan’da Müslümanlara yapılan zülümlerin nerede görüşülüp, zalimlere karşı nerede radikal kararlar ve varsa uygulama aksaklıklarının tartışılacağı yer gündeme gelecektir? Elbette burası hac mevsiminde, Arafat, Mekke veya Medine şehirleri ve merkezlerinde kongrelerle kesin kararlara bağlanmalı ve dünyanın gözü kulağı orada alınacak kararlarda olmalıdır.
Yani İsrail, diğer bir ifadeyle İsrail denilen küçük Amerika, Amerika denilen büyük İsrail devleti, zalim müstekbirler, soykırımcı ve gücü zülüm malzemesi olarak kullanan tüm hainlerin, orada alınacak kararlar korkulu rüyası olmalıdır.
Mesela bu sene şöyle kararlar alınamaz mı?
-İsrail ve Amerika’nın hiçbir şart öne sürmeksizin derhal geçici değil kalıcı olarak ateşkes ilan etmesi. Yani Müslüman Gazze’ye Filistin’e ve çevresindeki hiçbir toprağa saldırmaması.
-Derhal, İsrail devletinin 1967 öncesi topraklara geri çekilmesi.
-İsrail’in bugüne kadar işgal ettiği topraklarda haksız yere işlediği cinayetler ve soykırımların karşılığı olarak şehit edilen her Müslüman kadın erkek genç ihtiyar bebek ayrımı yapılmaksızın diyetlerinin acilen ödenmesi.
-Filistin topraklarında yaptığı yıkım ve tahribatın bedellerinin derhal uluslararası mahkemelerin kararıyla tespit edilecek zararların tazmini.
-Bundan sonra, hiçbir İslam toprağına göz dikmeksizin, 1948 ve 1967 hudutlarından asla dışarıya çıkmayacağı taahhütünün verilmesi.
-Aksi taktirde, İsrail ve İsrail’le ilişkileri olan hiçbir batılı ülkeyle enerji dahil tüm ticari ilişkilerin kesilerek, İslam ülkeleri arası oluşturulacak
- Ekonomik konsey, siyasi birliktelik ve
- İSLAM ÜLKELERİ BİRLEŞMİŞ MİLLETLERİ’nin teşekkül ettirilerek,
zorunlu iki milyarlık İslam aleminin güvenliğini sağlayacak - askeri birliğin ve savunma sanayinin kendileri tarafından icra edilip hiçbir batılı ülkeyle ve özellikle ABD ile ilişki kurmayacağı,
-İslam ülkeleri topraklarında bulunan, İsrail’in güvenliği için coğrafyamızı ateşe veren başta ABD üsleri olmak üzere hiçbir yabancı ülkenin askeri üssünün bulundurulmayacağı, mevcut olanların derhal ülkelerine gönderileceği,
-Daha açık bir ifadeyle, İslam dünyası dışındaki Müslümanlara düşmanlığını hiçbir zaman gizlemeyen ve adına İslamofobi dediğimiz yaklaşımı sergileyen ülkelerin dost değil, maalesef düşman olduğu bilinç ve şuurunun İslam ülkelerinde geliştirilmesine gayret edileceği çok net şekilde dünyaya deklere edilmelidir.
-Artık Müslümanlar şamar oğlanı olmadıklarını, Kur’an ifadesiyle,
İzzet, Onur, vakar, Şahsiyet ve gerçek kimlik sahibinin Müslümanlar olduğunu tüm dünyaya haykırmalıdır.
-Bu yol çetin, arkasında şehitliğin de şahitliğin de yaşanabileceği yol olabilir. Ama Müslüman için en büyük şeref, en müstesna paye Allah yolunda şehit olmaktır. Adam gibi izzet ve onuruyla ayakta durmak ve Müslümanca yaşamak veya şehiden ölmek!
Bu çalışmanın öncülüğünü yapabilecek tek bir ülke vardır, o da Türkiye’dir. Başta Sayın Cumhurbaşkanımız ve Dışişleri Bakanımız olmak üzere tüm rical-i devletin bu konuda çok hızlı ve kararlı adımlar atması gerekir.
54. hükümetin başbakanı rahmetlik Profesör Dr. Necmettin Erbakan’ın öncülüğünü yaptığı ve bugün iki milyarlık İslam aleminin yarıdan fazlasının 1.200.000.000 yaşamakta olduğu D-8’ler diye adlandırılan ülkelerin ki bunlar; Bengaldeş, Endonezya, İran, Malezya, Mısır, Nijerya, Pakistan ve Türkiye derhal bu oluşumun öncü ülkeleri olması, İslam savunma ordusunu kurması, ekonomik iş birliğini daha işlevsel hale getirmesi ve içtimai dayanışmayı zirveye taşıması, diğer 50 civarındaki İslam ülkesini özellikle de Türk İslam Cumhuriyetlerinin devletlerini bir araya getirmesi, yeni bir güç odağı, tek kutuplu Dünya’yı gerçek manada iki kutuplu ve dengeleri sağlayan, şamar oğlanı olmanın ötesinde, devlet ve millet olmanın gururuyla ve şerefiyle bu ülkelerin de masada oturmayı, sayın cumhurbaşkanımızın yıllardır Birleşmiş Milletler toplantılarında dile getirdiği "Dünya beşten büyüktür" tezinin somut olarak adımlarının atılması zamanı gelmiştir.
Dik durmak ama diklenmemek bizim felsefemiz olmalıdır. Müslümanlar onurlu ve omurgalı duruşu olan toplumdur. Aylardır Gazze’de yaşanan olaylara sadece Müslümanlara dua, zalimlere de beddua silahı müslüman olan bu ülkelere asla yakışmaz. Şayet böyle olsaydı, Hazreti Muhammed (SAV) efendimiz hiçbir gazveye katılmaz ve seriyelerle, düşmanla savaşmaz şehit vermez, Uhud’da canlarını kaybetmezdi.
Müslümanlar, üzerlerindeki ölü toprağını derhal atmalı, önce bahse konu önemli adımlara köstek olabilecek batının atadığı satılmış yöneticilerinden kurtulmalıdır. Bunları yapmadığımız müddetce bize düşen, Endülüs Samarra’ daki El- Hamra sarayının gün batımında ki manzarasını seyrederek gözyaşları döken Devlet Başkanı Abdullah’ı Sağir’e annesinin söylediği; "Ağla oğlum ağla! Vatanını ve toprağını erkekler gibi savunmayan gafillere şimdi kadınlar gibi ağlamak yaraşır…”
Allah aşkına bugün müslümanların yaptığı bu tablodan farklı mıdır? Ne yapabiliyoruz? Gece teheccüde kalkın gözyaşı akıtın, alnınızı secdelere yapıştırın ve Allah’a; Amerika’yı, İsrail’i ve bunlara destek veren tüm zalimleri kahret diye dua seanslarına başlayalım.
Peki Allah bize sormaz mı;
"Altı milyonluk İsrail ve açık destekçisi 250 milyonluk Amerika karşısında, kendi coğrafyanızdaki bu zulme, iki milyarlık Müslüman coğrafyası olarak hiçbir müdahaleniz olmayacak mı? İslam’ın cihat kavramı, şehitlik ve Gaza kavramı size hiçbir şey hatırlatmıyor mu? Hazreti Muhammed’in Gazveleri sizin için, ne anlam ifade ediyor? Aziz ecdadınızın i’lay-ı kelimetullah adına dünyada koşturması, asr-ı saadetten günümüze kadar Allah'ın dinini tebliğ ve insanlara hakikati anlatmak uğruna verilen mücadelenin sizin için bir anlamı yok mu?" denirse yarın bize, ne cevap vereceğiz?
Bunu ifade ederken, dua ve zalime beddua etmeyelim demiyorum. Esbaba tevessül ederek, yapılması öncelik arzeden cihad ruhunu öncelikle kuşanalım diyorum.
Kur’an-ı Kerim’in ifade ettiği gibi;
"Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıyor da bir kısmını inkar mı ediyorsunuz?..” ( bakara.85)
Maalesef fiili anlamda böyle bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Gerçek mümin olmanın yolu, Kur’an‘ın emrettiği bütün şartları bihakkın yerine getirmek olmalıdır. Aksi taktirde ahirette bu ağır vebalin altından asla kalkamayız. Allah bu ümmetin dağınıklığını gidersin ve Hakka hadim hayırlı devlet adamlarıyla acilen yapılması gerekenleri yapma kararlılığın göstererek ciddi bir İslam birliğini tüm dünyanın hayrına tesis etsin.
Bu durum sadece müslümanların değil aynı zamanda adil bir dünya kurulabilir gerçeğinin de tezahürü anlamına gelecek ve tüm insanlığın hayrına olacaktır.
Sloganik planda tüm bu söylemler var, ne var ki eylem planında hiçbir şeyi realize edemedik. Hani üstadın deyimiyle;
"Lafını çok dinledik, şimdi iş inkılapta.."
Evet şimdi söylemlerin eyleme dönüştürülmesi zamanı çoktan gelmiş ve geçmektedir. Allah iki milyarlık İslam âlemine basiret, feraset, şuur ve idrak nasip eylesin. Bu gerçekleri teemmül edebilecek devlet adamlarına kavuştursun.
Selam ve dua ile...